21. Yüzyılda Eğitim-Öğretim
Nisan 10, 2020

21. Yüzyılda Eğitim-Öğretim

Okula gittiğiniz ilk günü hatırlıyor musunuz? Bizim kuşak için unutulmazdı. Bazılarımız bu yeni ortamdan korkarak ağlıyor ve anne babalarının onlardan ayrılmamasını istiyordu. Bazılarımız ise daha önce tanışık olmadıkları bu yeni ortamı anlamaya, onun tadını çıkarmaya çalışıyordu. Ama herkesin aynı renk kap kâğıdı ile kaplanmış defterleri ve üzerinde ne defteri olduğunu gösteren etiketleri yeni alınmış çantalarının içinde hazırdı. Beslenme çantalarında ise, o günkü beslenme saatinde tüketilecek gıda duruyordu.

Okumak o dönemde, öğretmenin anlattıklarını dinlemek ve tahtaya yazdıklarını not almaktı. Sonrasında ödevler bu bilgiyi pekiştirir ve öğrenmeyi tamamlardı. Harfler, heceler, sözcükler, cümleler… Ya da matematikte ezberlenen çarpım tablolarının hızla tekrar edilmesi ile gelen başarı. O zamanın yavaş akan hayatında her şey için bolca zaman vardı ve her şey alıştıra alıştıra yapılırdı. Bir sene çocuğa “ikiden üç çıkmaz” diye öğretilir; ertesi sene negatif sayılar öğretildiğinde bunun yapılabileceği ve sonucun “eksi bir” olduğu anlatılırdı.

O dönemin tipik özelliği, bunların birer birer yazıldığı defterlerin hatıra olarak saklanmasıydı. Aslında kenarındaki karalamaları bir kenara bırakırsanız, defterlerin hepsi aynıydı ve özel bir yanları yoktu ama iki nedenden dolayı saklanıyorlardı: onlara harcanan değerli zamanın göstergesiydiler ve o zamanın değerleri her tür bilginin saklanmasını değerli kılıyordu.

Evlerdeki Meydan Larousse’lardan telefon defterlerine kadar her şey bilginin saklanması ihtiyacına hitap ediyordu. Değerli olan beceri ise, bir şey lazım olduğunda bu bilginin nerede olduğunu bulmaktı. Bunun da iki yolu vardı. Birincisi, iyi bir hafızaya sahip olmak ve neyin nerede olduğunu bilmek ve ikinci olarak da düzenli olmak. Telefon fihristi, düzenli olmanın en önemli örneğiydi. Değer yaratma ise, oradaki numaranın bir kağıda yazılması ve birine verilmesi şeklinde ortaya çıkıyordu. Statik bilgi tekrar tekrar üretiliyor ve bu bilgiye sahip olan yer, şirket ya da kurum değerli hale geliyordu.

O dönem ile günümüz arasındaki büyük değişimi, Meydan Larousse’un birkaç yılda bir yayınladığı güncelleme ciltleri ile bugün bir konuda Google’da arama yaptığımızda karşımıza çıkan sonuçların son birkaç gün içinde üretilmiş olanlarını karşılaştırınca anlamak daha kolay oluyor.

Bu değişim iş dünyasında da benzer bir şekilde gerçekleşmiş durumda. Eskiden geleceğe dönük bir, üç ve beş yıllık planlar hazırlayan ve bunları son üç-altı ayda ve bir yılda gerçekleştirdikleri ile ölçen şirket ve kurumların yerinde bugün bütün operasyonlarını gerçek zamanlı olarak takip edenler ve değişimlere çok hızlı adapte olmalarını sağlayacak mekanizmalarını kurmaya çalışanlar var. Buna bağlı olarak, sistemin gerektirdiği insan kaynağı da ciddi biçimde değişiyor.

Geleneksel yaklaşımların değerini kaybettiği bu büyük dönüşüm sürecinde yaratıcılık, girişimcilik, ekosistemin parçası olmak ve çeşitlilik gibi özellikler öne çıkıyor, ancak sanayi toplumunun şekillendirdiği yapı içinde bunlar bulunmayan özellikler ve kaynaklar. Büyük bir paradigma değişimi yaşama zorunluluğumuz buna dayanıyor. Aynı şekilde uzmanlıkların çok katı bir biçimde belirlendiği bir dünyadan çokdisiplinli ve yatay uzmanlığa geçişin de yaşanması gerekiyor.

Bu kolay bir iş değil. En büyük zorluk da sanayi toplumu döneminde basit düşünebilme gücümüzü yitirmiş olmamızdan kaynaklanıyor. Dijitalleşme sadece ekonomik bir etki yaratmıyor, hayatın bütün alanlarını ciddi bir biçimde değiştiriyor. Kişisel hayatlardan üretime, ticarete, iş yönetimine kadar her alanda ezberler bozuluyor. Eğitimin de buna paralel olarak yeniden düzenlenmesi gerekiyor.

Bu yeni ve büyük değişimin gerektirdiği insan kaynağını ve daha önemlisi insanı yaratmak için bu değişimin köklü bir biçimde gerçekleştirilmesi gerekiyor. İnsan ile teknolojinin birbiriyle bütünleştirilmesi ve insanın teknolojiyi anlar, kullanılır ve geliştirir hale gelmesi, bu değişimin en temel özelliği olmak durumunda. Okullar bunun içinde bir platform olarak çok önemli bir yere oturuyor. Bir araya getirdiği ve hizmet ettiği kitle düşünüldüğünde, okul yönetimlerinin müşterilerinin sadece öğrenciler değil, onların ailelerini ve öğretmenleri de kapsayan geniş bir kitle olduğu görülüyor. Bu kitleyi oluşturan unsurların her birinin taleplerinin ve ihtiyaçlarının farklı olması, okul yapısının da buna göre kurulmasını gerektiriyor. Öğretmenler, öğrencilerinin özelliklerini bilen ve onlara en uygun eğitimi kurgulaması gereken kişiler olarak bu sistemin içinde yer alıyor. Aileler, çocuklarının iyi bir eğitim almasını ve hatta diğerlerinden daha iyi bir eğitim alarak hayata bir adım önde başlamasını istiyor. Öğrenciler ise gelecekteki rollerine iyi hazırlanırken bunu arkadaş çevreleri içinde yapmanın ve içine girdikleri dünyada kabul görmenin peşinde. Teknoloji ve İnsan Kolejleri’nde kurduğumuz Tink Eğitim Ekosistemi, bu konuda önemli bir role sahip. Sistemimizin diğer önemli unsurları, öğrencimizin yetkinlik ve tercihlerine uygun kişisel eğitim programını hazırlayıp sunduğumuz platformumuz TinkSmart, sınıf içi uygulamalı eğitim, akran öğrenimi, proje tabanlı öğrenme ve gerçek hayat deneyimi olarak sıralanıyor. Ekosistemimizin tabanını oluşturan e-öğrenme platformu TinkSmart ile bireyselleştirilmiş eğitim veriyoruz.

Tink’te, insanın merkezde olduğu ve teknolojik imkanların sonuna kadar kullanıldığı modern bir eğitim fırsatı yaratıyoruz. Teknolojiyi; eğitimine, sosyal hayatına ve kariyerine entegre edecek gençleri, dijital yetkinlikler ve girişimcilik ruhu kazandırarak yetiştiriyoruz.

Bu yöntemi geliştirmemizin nedeni, bilgiyi depolamanın önem taşıdığı sanayi toplumu eğitim sisteminin artık ihtiyaçları karşılamıyor olması. Bu nedenle yeni ve fark yaratacak bir eğitim paradigması oluşturmak günümüzün en önemli ihtiyacı. Bu paradigmayı yaratırken ortaya çıkan yeni dünyanın ihtiyaçlarını ve sağladığı yeni olanakları iyi değerlendirmek ve doğru kullanmak gerekiyor. Bizim çalışmamızın ortaya çıkardığı sonuç şu:

Teknolojinin sağladığı imkanların artması ile çocukların geleceklerine uzanmalarını sağlayacak eğitim, sürekli gelişimlerine hizmet edecek bir platforma dönüşmeli çünkü belirsizliklerin giderek arttığı ve değişimin hızlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyadaki tek mutlak gerçek, değişim olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle eğitimin en önemli misyonu, adaptasyon kabiliyetini artırması ve hayat boyu öğrenme bilincini kazandırmak.

Bu dünya, girişimciliğin gelişmesi için inanılmaz fırsatları barındıran bir ortam yaratıyor. Her şeyin demek abartılı kabul edilebilse bile birçok şeyin değişmekte olması, girişimciliği öne çıkarıyor. Her şeyi değiştirmese de her şeyi etkileyen bu değişim dalgası, bir stratejik yapılanma ihtiyacı yaratıyor.

Bu girişimcilik geninin içinde olduğu DNA’nın bir diğer geni de STEM olmak zorunda. Hatta STEM’in –İngilizce’deki karşılığından yani kök hücre anlamına gelen stemcell’den yola çıkarak- bu dünyanın kök hücresi olduğunu kabul edebiliriz. Bu tanımlamanın bir ileri aşaması olarak günümüzde buna sanatın eklendiği yeni bir terimden bahsetmemiz gerekiyor.

STEM (Science, Technology, Engineering, Mathematics – Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) uzun süredir geleceğin dünyasını şekillendirecek insanları yaratma formülü olarak geliştiriliyor. Buna sanatın A’sının (Art) eklenmesi ile STEM+A’ya ya da STEAM’e ulaşıyoruz. İngilizce’de buhar anlamına gelen ‘steam’, sembolik olarak ilk sanayi devrimini yaratan buhar gücüne ve buhar makinesine işaret ediyor. Belirsizliğin yüksek ve değişimin şiddetli olduğu dijitalleşme çağında çıkış yolunu bulmak için daha önemli hale gelen ilhamın yeni sistem içindeki göstergesi, bu A harfi.

Bu harf dizileri bile kendi içinde yeni insan tipinin çokdisiplinli olması gerektiğinin şifresini barındırıyor. Bu şifre, gelecek ile ilgili kurgu açısından da önem taşıyor. Çokdisiplinli insanların bu gelişmeler içinde sahip olacağı rol büyürken, STEAM eğitimlerinin ortaya çıkaracağı bu insanların topluma kök hücre olarak eklenmesiyle toplumsal gelişme mümkün olacak. Zaman içinde bu şekilde eğitilmiş kişilerin sayısının artması, gelişme ve rekabet gücünün ileri taşınmasını sağlayacak.

Dijital yerliler olarak tanımladığımız Z kuşağı gençleri, dijital bir dünyanın içerisine doğan ve dijital ortamları etkin bir şekilde kullanabilen bireylerden oluşuyor. Onlara, tablet, akıllı telefon, televizyon ya da bilgisayarın nasıl kullanıldığını göstermeniz gerekmiyor. Adeta teknoloji  ve sanal ortamın nasıl kullanıldığını öğrenerek dünyaya geliyorlar.

Z kuşağının önemsemediklerine bakıldığında bu değişim dinamiği çok daha iyi anlaşılabiliyor. Z kuşağı standart sosyal çevre ve meslekleri, katı ve genel kuralları beğenmezken, bu kesimin bunların yanında tepki duydukları bir kesim de yaratıcılığa izin vermeyen sosyal ve iş çevreleri. Bunların bütünü, Z kuşağı ile birlikte gelen değişim ihtiyacını ortaya koyuyor.

Bu değişim ihtiyacını ve dinamiğini doğru kanallara yönlendirerek başarılı sonuçlar ortaya çıkarmak için teknolojik bakış açısı ile eğitim sisteminin yenilenmeye ihtiyacı var. Hatta belki temelden, yeniden düşünülmeli ve düzenlenmeli. Teknolojiyi eğitimin demokratikleştirilmesi, kişiselleştirilmesi ve 21. yüzyıla uygun hale getirilmesi için kullanmalıyız. Öğretmenlerimizin eğitimi, eğitimde ekosistem anlayışı, öğrencilerin taleplerinin dinlenmesi gerekiyor.

Bu kadar çok terimi arka arkaya sıralarken insan sözcüğünün arada ezilmemesini sağlamak gerekiyor. İnsan ve insanlık yani insani değerler bu kurgu içinde her zaman yol gösterici olacak ve olmak durumunda. Teknoloji ve özellikle yapay zekânın bilgi olarak insanları geçeceği savı, robotlar ve yapay zekâ öngörüleri arasında sıkça yer buluyor. 1.000 IQ’lu ayakkabılardan bahsedilen bu yeni dünyada, robotların ve yapay zekânın insanlığı ele geçirmesinin önüne ancak insani değerlerimizle geçebiliriz. Değer yaratma konusunda eğitilmiş bireylerden oluşan toplumlar, insanlık için çalışacak ve üst ırk sıkıntısı olmadan herkesi kapsayacak bir dünya düzeni kurgulayacak. Bu önerme, robotlar ile birlikte çalışmaya kadar uzanan bir dizi kurgu içinde insanın var olma ve yol gösterme formülünü de özetliyor.

Bu formülü hayata geçirmek için farklı düşünüp hayal kurabilen ve teknolojinin imkanlarını kullanarak bunları hayata geçirebilen çocuklara ya da geleceğin büyüklerine ihtiyacımız var. Dijitalleşen dünyada teknolojinin sağladığı olanaklarla barışık olmak çocukların hayallerini gerçekleştirebilmesi için önemli bir olanak yaratıyor. Tek sınırın gökyüzü olduğu bu dünyada hayal kurabilen ve kendini gerçekleştirebilen çocuklar başarılı olacak.

Zeynep Dereli

Konu Hakkında

İlgili Yazılar